Bunlar ve Daha Fazlası

24 Ağustos 2015 Pazartesi

Sağlıklı Damla Çikolatalı Kurabiye Tarifi

Madem Çikolatalı Daktilo diyoruz o zaman birazcık ağzımız tatlansın :) Bugün sizinle yakın zamanlarda denemiş olduğum, sağlıklı diyebileceğimiz damla çikolatalı kurabiye tarifini paylaşmak istiyorum.

Beni iyi tanıyanlar benim adeta bir kurabiye canavarı olduğumu bilir. Kendimi bildim bileli en sevdiğim tatlılardan biri, güzel hazırlanmış damla çikolatalı kurabiye olmuştur. Bir oturuşta bütün bir tepsiyi tek başıma bitirebilirim ve maalesef abartmıyorum. O zamandan bu yana kaç tane farklı damla çikolatalı kurabiye tarifi denedim hatırlamıyorum bile. Farklı kitaplardan, yemek sitelerinden ve bloglardan fikir alarak bir damla çikolatalı kurabiyenin ne kadar çeşitli yollarla yapılabileceğine şahit oldum. Bu da o tariflerden bir tanesi, o yüzden cookie canavarları bir yere ayrılmasın! Bu tarifi sizinle paylaşmak istedim; çünkü içinde kullanılan malzemeler sıradan kurabiye tariflerinden biraz daha farklı, aynı zamanda az kalorili ve sağlıklı. Eğer normal unla yapılan bir tarif de isterseniz sizinle en çok tercih ettiğim ve sevdiğim cookie tariflerini ayrı bir yazıda paylaşabilirim.

Tatlıyı çok severim. Hatta tatlısız yaşayamam desem yeridir. Çok sevmeme rağmen son zamanlarda yeme içme alışkanlıklarıma hem kilo hem sağlık açısından dikkat etmeye çalışıyorum. Özellikle beyaz un ve beyaz şeker gibi gıdaların fazla işlenmiş olmasından, ileriki yaşlarda birçok sağlık sorununa yol açabileceğinden ve daha çabuk kilo yapabileceğinden bu tür malzemeleri tamamen hayatımdan çıkaramasam da olabildiğince az tüketmeye çalışıyorum. Yine de tatlıdan, çikolatadan ve kurabiyeden vazgeçemeyeceğimi bildiğim için her zaman yediğim şeyler için alternatif tarifler arıyorum. Böylelikle kendimi kötü hissetmeden arada tatlı kaçamakları yapabiliyorum. Abartmadan tabii :) Aşağıda yazmış olduğum tarifi sık sık takip ettiğim Chelseamessyapron adlı yabancı bir yemek sitesinden buldum, yaptım, denedim ve bayıldım. Sizin de mutlaka denemenizi tavsiye ederim.

Malzemeler
  • 2 çay kaşığı doğal vanilya özü (Pakette satılan şekerli vanilinleri önermiyorum; çünkü bunlar vanilyadan ziyade vanilya aromalı şekerden yapılıyor.)
  • 1 adet büyük boy yumurta
  • 4 çorba kaşığı esmer şeker
  • 1/2 bardak hindistan çevizi yağı
  • 1 ½ bardak yulaf unu (marketten aldığınız yulaf ezmesini öğütücüyle çekebilirsiniz)
  • 1 çay kaşığı karbonat
  • 1 çay kaşığı tarçın
  • 1 tutam tuz
  • ½ bardak sevdiğiniz marka bitter damla çikolata

Yapılış
  1. Yulaf unu yapmak için marketten alacağınız sade yulaf esmezini bir blender'da veya öğütücüde iyice çekin. Yulafın neredeyse un kıvamında toz haline gelmesi lazım.
  2. Vanilya özünü, yumurtayı ve esmer şekeri bir çırpma kabında iyice karıştırın. Hindistan çevizi yağını eritip birazcık soğumasını bekleyip karışıma ekleyin. Malzemeler iyice karışana kadar elle veya bir mixer yardımıyla çırpın.
  3. Yulaf ununu ekleyip karıştırmaya devam edin (yukarıda belirtilen ölçü yulafın öğütülmüş haliyledir, öğüttükten sonra ölçün)
  4. Karbonat, tarçın ve tuzu karıştırın (tarçın miktarını isteğe göre arttırıp azaltabilirsiniz)
  5. Son olarak damla çikolataları ilave edip hamura eşit bir şekilde yayılana kadar karıştırın.
  6. Famuru buzdolabında yaklaşık 1 saat kadar soğumasını bekleyin.
  7. Fırını 175 dereceye getirip ısınmasını bekleyin.
  8. Elle veya bir dondurma kaşığı yardımıyla kurabiye hamurunu toplar haline getirin ve tepsiye yerleştirdiğiniz yağlı pişirme kağıdı üzerine hamurları dizin.(Dizmeden önce elinizle hamuru sıkıp birbirine iyice yapışmış olduğuna emin olun. Sıradan un olmadığı için iyice yapıştırılmadığında dağılabilir. Hamur topların üstünü birkaç damla çikolata daha ekleyerek süsleyebilirsiniz)
  9. Cookie'lerin kenarları hafifçe kahverengileşene kadar yaklaşık 10 dakika kadar pişmesini bekleyin.
  10. Pişmiş gibi görünüyorsa tepsiyi fırından çıkarın ve kurabiyeleri birkaç dakika daha sıcak tepside bekletin.
  11. Bir spatula yardımıyla kurabiyeleri dikkalice servis tabağına yerleştirin ve iyice soğumasını bekleyin.
  12. Yanına çay, kahve veya bir bardak soğuk süt hazırlayıp (bence en güzel sütle gidiyor) afiyetle yiyin! 






(Bu tariften elde edeceğiniz kurabiyenin kıvamı genelde bildiğimiz kurabiyeler gibi sert ve kıtır değil, aksine biraz yumuşak ve dağılgan olacaktır.)


Bu arada yukarıdaki tarifte belirtilen hindistan cevizi yağı gibi malzemelerin her markette bulunması kolay olmayabilir. Siz tereyağıyla yapmayı da deneyebilirsiniz ama tarifin sahibi kıvamın daha farklı olacağından bunu önermemişti pek. İnternetten araştırırsanız bu malzemeyi bulabileceğiniz, hatta evinize kadar sipariş verebileceğiniz siteler olacaktır. Gurme ithal ürünler satan büyük marketlerde de bulabilirsiniz. Ben Macrocenter'dan almıştım. Türkiye'de hindistan cevizi yağı tüketimi henüz çok yaygınlaşmamış olsa da son zamanlarda daha çok rağbet görmeye başladı. Bunun sebebi; içerisinde markette satılan tereyağ ve margarinlere kıyasla çok daha az doymuş yağ bulunmasıdır. Bu da hem kek, kurabiye ve tatlı yapımında hem daha sağlıklı bir alternatif oluşturmaktadır hem de farklı bir lezzet katmaktadır. Yine de tercih sizin ve verilen tariflerle yaratıcı olmak sizin zevkinize kalmış. Umarım beğeneceğiniz bir yazı olmuştur. Eleştiri ve yorumlarınızı bekliyorum :)

22 Ağustos 2015 Cumartesi

Kısa bir kaçamak: Edremit, Kazdağları ve Misanlı Oteli

Yeniden merhaba! :)

Bugünkü yazımda geçtiğimiz hafta ailemle birlikte yaptığımız küçük bir kaçamağı anlatmak istiyorum sizlere. Bu kaçamak biraz son dakika alınan bir karardı aslında. Annemler biraz kafa dinleyebilecekleri ama aynı zamanda denize girebilecekleri; gürültü patırtıdan uzak, sakin ve huzurlu bir yer arıyordu. Bodrum, Çeşme veya Antalya'nın popüler tatil yerlerine de bu nedenle pek sıcak bakmadılar. İnternetten biraz otel araştırması yaptıktan sonra Balıkesir'in Edremit ilçesine gitmek üzere apar topar toplanıp yola çıktık. Edremit'te ne var ki, ne yapılır oralarda derseniz, burada meşhur Kazdağları'nın yanı sıra Akçay ve Altınoluk gibi tatil merkezleri bulunmaktadır. Birçok plaja Edremit'ten arabayla kısa sürede ulaşabilirsiniz. Altınoluk'daki plajlar da güzeldi ve otelimize daha yakındı, ama biz biraz daha uzun gidip Assos'u görmek istedik. Assos ve Altınoluk'ta da konakayabileceğiniz yerler var; ama buralar hem daha pahalı olacaktır, hem de daha turistik olduğu için huzurlu bir ortam yaratmayacaktır. Assos'ta girdiğimiz plaj baya taşlıydı ama denizi kristal gibiydi, yani çok temiz ve güzeldi. Bunaltıcı sıcak bir güne çok güzel gelecektir burada birkaç saat serinlemek. Biz hafta sonu gittğimiz için biraz kalabalıktı plajlar ama sizin hafta içi gitme şansınız varsa çok daha boş ve sakin olacaktır.

Ha bu arada, buralara kadar geldiyseniz yakınınızda bulunan, Ayvacık ilçesine bağlı olan Küçükkuyu beldesinin Adatepe köyüne uğrayıp, köyün denize bakan tarafında bulunan Zeus Altarı'na çıkmadan ayrılmayın.





Biraz yokuş çıkıp yorulabilirsiniz ama en tepeye çıktığınızda karşılaştığınız büyüleyici manzara bu yorgunluğunuzu anında unutturuyor.




Meşhur Lesbos Adası'nı da buradan görebilirsiniz. Buranın tarihi ve mitolojik değer taşıyan kısmına gelecek olursak, altarın yapılış amacı Antik Çağ'da yaşayan insanların; kuraklıktan, hastalıktan ve doğal felaketlerden korunmak, savaşlardan galip gelmek ve topraklardan bereketli ürünler elde etmek isteğiyle burada tanrılardan yardım istemek ve çeşitli törenlerle tanrılara kurban sunmakmış.





Homeros, İlyada'da Tanrıların İda Dağı'nda (Kazdağı) yaşadıklarından ve Truva Savaşı'nı buradan izlediklerini ve yönettiklerinden bahseder. Tanrıların baş tanrısı olarak bilinen Zeus’un da bu altarda yaşadığı ve buradan savaşı izleyip yönettiği, aynı zamanda da Hera'yı buradan görüp aşık olduğu rivayetleri yine bu destanda yer alır.






Edremit'e yaklaşırken gözüme en çok çarpan şeylerden biri buranın zeytin bolluğu ve çeşitliliğiydi. Ege Bölgesi'nin zeytin açısından çok zengin olduğunu biliyordum ama bu kadarını hayal etmemiştim doğrusu. Zaten İzmir dışında Ege Bölgesi'nde de bulunmamıştım daha önce. Başınızı nereye çevirseniz tepenize bir yerden zeytin dalı sarkıyor neredeyse, ayrıca on adımda bir; doğal zeytinyağı, zeytinyağlı sabun, zeytin, hatta zeytin sütü satan dükkanlar bulabilirsiniz.

Neyse, sık sık yaptığımız molalarla birlikte İstanbul'dan 6-7 saat süren yolculuğumuzun sonunda Edremit'in Zeytinli kasabasına vardık. Böyle bir zeytin cenneti için farklı bir isim düşünemezdim ben de zaten. Zeytinli'nin işlek diyebileceğimiz tek bir ana merkezi vardı gördüğümüz kadarıyla. Burada her türlü alışverişlerinizi yapabilir ve bankamatikleri kullanabilirsiniz. Çevresinde ise hep küçük küçük köyler var. Buralarda market veya acil ihtiyaç için eczane, bankamatik vs. bulmanız pek olası değildir.

Bizim otelimiz Mehmet Alan Köyü adında ufak bir köydeydi. Eğer Kazdağı'nın zirvesine çıkmak gibi bir düşünceniz varsa burada kalmanızı öneririm cünkü sizi oraya çıkaracak araç ve kılavuzlarun bulunduğu merkeze çok yakın oluyor. Köyü bulmakta biraz zorluk çekebilirsiniz çünkü sık sık tabela çıkmıyor karşınıza, ama Zeytinli'de yaşayan birine sorduğunuzda size seve seve yardımcı olacaktır. Mehmet Alan Köyü'ne ilk başta arabayla girdiğimizde doğru yerde olup olmadığımızdan biraz şüphelendik. Etrafta ne bizim gibi ziyaretçi veya turist vardı; ne de otel görebildik. Neyse ki köyün yerlileri bizi bir süre merakla inceledikten sonra, yardımsever bir şekilde bize otelin yerini gösterdi. Zaten köyde toplamda iki pansiyon otel varmış. Yani kime sorsanız otelin yerini mutlaka bilecektir.

En sonunda Misanlı adındaki otelimize kavuştuk!



Otelin önünde yazı yoktu biz gittiğimizde ama otel sahibi bizi kapının önünde beklemekteydi ve geldiğimizde bizi sıcak bir şekilde karşılayıp yerleşmemize yardımcı oldu. Otelin sahipleri Miray Hanım ve eşi Hasan Bey bizi burada otelde kalıyormuş gibi değil de; bir eve misafirliğe gelmişiz gibi hissettirdi. Biraz muhabbet ettikten sonra bize odalarımızı gösterdiler. Odalar için çok temiz ve konforlu diyebilirim.







(Burası benim odamın girişiydi)

Ben doğallığı bir dereceye kadar severim; fakat örümcek ve böcek fobim olduğu için genelde köy evlerinde çok rahat uyuyamayabiliyorum. Misanlı Oteli de bu açıdan idealdi bana göre. Dışarıdan bakınca tipik bir köy evi görünse de, içerisinde klima, televizyon ve kurutma makinası gibi birçok teknolojik araç gereç mevcuttu. Sıcak su vardı. Wi-fi bulunduğundan internet açısından da sıkıntı çekmedik. Benim için burayı en çekici kılan şey ise görselliğiydi. Keşke benim evim de böyle olsa diye düşündüm kaldığım süre boyunca.




Otelin iç tasarımına ve özenle yapılmış dekorasyonuna gerçekten hayran kaldım. Dinlenmek istediğiniz zaman sıradan bir otelde yaptığınız gibi illa odanıza kapanmanıza da gerek yok.



Canınız sıkıldığında veya bir hava almak istediğinizde otelin açık alanlarında ve üşt kattaki terasında oturup kitap okuyabilir, sohbet edebilir ve güzel manzarayı izleyebilirsiniz taze demli bir çay eşliğinde.


(Süper manzaralı terasa çıkan merdiven)

(Terasta gece gündüz yayılıp huzur içinde oturabileceğiniz bir koltuk)


Kahvaltılarını da çok beğendim açıkçası. Çok taze ve doğal malzemelerden yapıldığı besbelliydi oldukça lezzetliydi herşey. O kadar güzel gelmiş ki fotoğrafını bile sizin için çekmeye unutup direkt yemeğe dalmışım :( Ödediğiniz fiyatın içinde kahvaltı dahil oluyor zaten. Bunun haricinde acıkırsanız Miray Hanım veya Hasan Bey size çeşitli zeytinyağlı yemeklerinden sunabilir, istediğiniz özel bir içecek, yiyecek veya atıştırmalık varsa da sizin için ayrıca hazırlayabilirler.

                      
      (Saksıda yetiştirilmiş domatesler, zeytinler ve çeşitli çiçekler ortama çok güzel renk katmıştı)


3 gece kaldığımız bu şirin mi şirin otelden ailecek hepimiz memnun kaldık. Bunun için Miray Hanım'a ve Hasan Bey'e emekleri için teşekkür ediyorum. Kazdağları'na çıkmayı düşünenlere, doğallığı sevenlere ama biraz lüksten de hoşlananlara Misanlı'yı şiddetle öneririm bir gün yolunuz düşerse.

Bu yazıyı şimdilik burada sonlandırıyorum ama seyahatimizin en eğlenceli kısmı olan Kazdağları gezimizi ikinci bir yazıda paylaşacağım sizlerle. Hoşçakalın ve takipte olun :)

6 Ağustos 2015 Perşembe

Bugün ne İzlesek? -1

Herkese günaydın! Umarım keyifli bir Ağustos geçiriyorsunuzdur. Havalar da çok sıcak bu aralar değil mi? Kendinize dikkat edin ve bu yaz bol bol su içmeyi unutmayın :)

Bugünkü yazımda sizinle filmler hakkında konuşmak istiyorum.


Beni yakından tanıyan ailem ve dostlarim beni kisaca size anlatacak olsa, durumu ciddi bir filmkolik olarak tanımlayabilirler. Bir oturuşta sıkılmadan saatlerce üstüste film izleyebilmemi ve filmleri bu kadar ciddiye almamı da oldukça ilginç karşılarlar. Haksız da sayılmazlar gerçi şöyle bir düşününce. Bazı günler dışarı çıktığımda, çok sosyal ortamlarda bile "acaba burada olmak yerine evde oturup film mi izleseydim?" diye düşündüğüm zamanlar oldu. Bunu benden başka yapmış olan var mı bazen hakkaten merak ediyorum. Belki de bendedir tuhaflik.


Hayatı filmlerde yaşıyorum desem yeridir sanırım. Buna vakit kaybı diyebilirsiniz ama ben bundan hiçbir zaman pişmanlık duymadım, çünkü filmler küçüklüğümden bu yana hayallerimi süsleyen ve hayal gücümü geniş tutan unsurlardan biriydi. Seyahat etme, dünyayı keşfetme isteğim ve yeni diller öğrenme hevesim hep filmlerle başladı aslında bakarsanız. Filmler elbette gerçekliğin aynası değildir ama bize ufak da olsa farklı yaşantılardan kesitler verir, bizi Londra'nın karanlık ara sokaklarından Tokyo'nun rengarenk ışıklı caddelerine kadar götürebilir. 


Anlayacağınız büyük bir sinema aşığıyım. Dram, Biyografi ve Bilimkurgu çok severim. Her yıl vizyona girmelerini heyecanla beklediğimiz popüler "blockbuster" filmlerin yanı sıra bağımsız filmler de izlemekten ayrı bir keyif alırım. Sık sık İstanbul'da veya Ankara'da yapılan festivallerden mutlaka en az bir iki film yakalamaya çalışırım. Yeni sinema dünyalarını keşfedebilmek için de sürekli araştırmalar yaparım. Konu film olunca, kesinlikle bulduğumla yetinmeyi bilmem. Mesela şu sıralar Fransız yeni dalga filmleri, İran yapımı filmleri, Kore yapımı filmlerine ve bağımsız Hint filmlerine ilgim arttı. Sırf bu sebepten yarıda bıraktığım Fransızca ve Korece'yi tekrar öğrenmeye başlamak istedim.


Nostaljik filmler de kesinlikle olmazsa olmazlarımdandır. Bana hiçbir şey gece vakti yatağımın içinde kıvrılıp bir Charlie Chaplin filmi seyrederken yavaşca uykuya dalmanın verdiği keyfi veremez. Hiçbir gizem veya polisiye filmi bana Alfred Hitchcock filmlerinin yaşattığı heyecan ve gerilimi yaşatamaz. Nedir sebebi bilmiyorum ama bana her zaman çok huzur vermiştir eski filmler. Beni alıp bambaşka bir zamana bambaşka bir dünyaya götürüverirler bir anda. Bir iki saatliğine de olsa bütün dertler ve sorumluluklar unutuverilir. Bazen insanın tek yapmak istediği, hayatta hiçbir dert yokmuşcasına Mary Poppins'le birlikte dans etmek ve şarkı söylemektir.


Bunların hepsini neden anlatıyorum açıkçası ben de bilmiyorum. Ehe. Konu sevdiğim bir alana gelince geveleyebiliyorum bazen bu yüzden kusuruma bakmayın (Hala geç değil bak çıkmanız için kesin yine uzatmaya devam ederim ben şimdi).  Ben sadece bir film tiryakisi olarak izleyip de çok beğendiğim filmlerle ilgili yorumlarımı (spoiler vermemeye "çalışarak") sizlerle de paylaşmak istedim. Ne bileyim bir film izlemek istiyorsanız ama benim gibi ne izleyeceğinize bir türlü karar veremeyenlerdenseniz, film seçme süreniz bir filmin kendi süresinden daha fazla sürüyorsa ilgi alanlarınıza göre önerilerde de bulunmak isterim. Siz de bana öneriler verin.


Evet şimdi gelelim önemli kısma. Bugün size önermek istediğim film daha çok "eskici"lere hitap edecektir.


Birkaç gün önce, 1934'te Frank Capra'nın yönetmenliğinde yapılmış olan, It Happened One Night adlı filmini izledim vuruldum ve şimdi sizin de izlemenizi şiddetle tavsiye ediyorum.




Belki duymuşsunuzdur. Bir film veya medya/iletişim öğrencisiyseniz kesin biliyorsunuzdur. Belki "ölmeden önce izlemeniz gereken 100 film"veya "imdb top 250" gibi listelerde dolaşırken sayısız kez görmüşsünüzdür de "amaan boşver" diyerek atlamışsınızdır.


Ben daha önce Capra'nın It's a Wonderful Life adlı başka bir yapıtını izlemiştim ve gerçekten çok beğenmiştim. Bunun da bir Capra eseri olduğunu görünce hemen balıklama atlayip izlemeye karar verdim ve o andan itibaren en sevdiğim filmler arasına girmeye başarabildi. It Happened One Night, bana göre film tarihinde çekilmiş en sevimli ve en komik romantik komedi yapıtlarındandır. Aslinda Büyük Buhran dönemi Amerikan sinemasinin en bilinen ve sevilen eserlerindendir, ama belki günümüzde bir Marilyn Monroe filminin yapıldıği kadar reklamı yapılmamıştır.


Filmin öyküsü aslında günümüze göre oldukça klişe denebilecek bir türden, ama bu klişelerin kullanıldığı ilk klasik örneklerden olduğu için bana çok orijinal, abartısız, ilginç ve sürükleyici geldi.



Filmi izledikten sonra beş dalda Oscar ödülü aldığını da öğrendiğimde çok da şaşırmadım.

It Happened One Night bir aşk öyküsüduür. Ellie Andrews adında şımarık bir aktris, babasının kendisiyle evlenmesini istemediği ve engellemeye çalıştığı "işe yaramaz" bir playboyla evlenebilmek ve milyoner babasının baskısından kurtulabilmek için içinde bulunduğu tekneden denize atlar ve yüzerek kaçar. New York'a kaçarken otobüs yolculuğu sırasında Peter Warne adında işsiz bir gazeteciyle tanışır. Tanıştıktan kısa bir süre sonra Ellie ve Peter birbiriyle uğraşıp dalaşmaya başlar. Peter tanıştığı kişinin kim olduğunu öğrendiğindeyse "kayıplarda" olan Ellie Andrews'ın haberini yaparak durumdan faydalanmak ister. Andrews, bunu engellemek için Peter'ı kızdırmamaya özen gösterir ve ikisi birbiriyle anlaşmaya çalışırlar. Bir süre sonra yolda yaşadıkları aksilikler ve maceralar sonucunda aşık olurlar ve o zaman işler değişir. E daha fazla yazmayayım da geri kalanı sürpriz olsun.



Filmin komedi unsuru günümüz romantik-komedilerine göre daha ağır basıyor. Bu nedenle romantik-komedi türünü çoğunlukla sevmesem de, bu filme hayran kaldım diyebilirim. Öyle abartılı öpüşme ve sevişme sahneleri yok, aldatma ve intikam yok. Bu sadeliğine rağmen filmi bir saniye bile sıkılmadan izleyebiliyorsunuz. Bana göre filmi çekici kılan en büyük özellikler; başroldeki karakterlerin doğallığı, zekası ve nükteli sözlerle dolu diyaloglarıdır. 



 


Ben daha önce bir romantik komedi filminde bu kadar güldüğümü ve ağzım açık izlediğimi hatırlamıyorum. Siz de bir boş vaktinizde kafa dağıtmak için veya çok iyi geçmeyen bir gününüzde biraz moral bulmak için bu filmi mutlaka izleyin. Söz veriyorum pişman olmayacaksınız :) 

31 Temmuz 2015 Cuma

İstanbul'da Nereye Gitsek? -1- Walter's Coffee Roastery!

Geçenlerde yine, İstanbul'un en sevdiğim noktalarından biri olan Kadıköy'de bir arkadaşımla dolaşıyorduk. Daha önceden gitmiş ve görmüş olanlar Kadıköy'ü özellikle sahili ve gez gez bitmek bilmeyen geniş çarşısıyla bilir. Burayı bu kadar çok tercih etmemin sebebi; sahil kenarında oturup manzaraya bakmak dışında, çarşısının birbirinden güzel butik mağazalarına girmek, sahaflarda kültür alışverişi yapmak, tarihi pastanelerine uğrayıp tatlı birşeyler atıştırmak ve geleneksel Türk kahvecilerinde sokağa karşı bir tabure çekip arkadaşlarla sohbet etmektir. Bunun yanı sıra Sakızgülü Sokağı'nda bulunan, birbirinden çok çizgi roman ve fanfiction eşyaları satan dükkanlarında çocuklaşıp eğlenmek, antikacılar sokağında zaman yolculuğu yapmak ve özellikle akşamüstü canlanan balık pazarında bulunan küçük restoranlarda biraz balık keyfi yapmak bana Kadıköy'ü sevdiren şeylerdendir. Kadıköy benim için her zaman sürprizlerle dolu bir yer olmuştur bu yüzden her gidişinizde yeni birşeyler keşfetmeye hazır olun ve arada insanların akın ettiği sokaklardan kaçıp ara sokaklarına girmekten de kesinlikle çekinmeyin.




Son zamanlarda keşfettiğim hatta keşfetmekte çok geç kaldığım, sizinle de paylaşmak istediğim yeni mekanlardan birisi, Walter's Coffee Roastery. Kadıköy Bahariye Caddesi'nden dümdüz Moda'ya doğru çıkarsanız, Moda Meydanı'na geliıyorsunuz. Buradan Moda Pelin Pastanesi'nin bulunduğu köşeden ara sokağa girip en fazla 1 dakika yürürseniz mekan zaten hemen kendini farkettirecektir.





İsmi ilk olarak bana pek bir şey çağrıştırmadıysa da, içeri girdiğim ilk saniye ardından adının neden Walter's Coffee olduğunu anladım. Breaking Bad dizisinin hayranları, dizinin efsanevi karakterini Walter White'ı çok iyi bilir. Walter's Coffee Roastery ise "Breaking Bad" temasıyla açılan dünyadaki ilk ve tek kafedir. Benim aslında en çok şaşırdığım durum, birçok uluslararası haber sitesi ve dergilere bile konu olmuş olmasına rağmen Kadıköy'de yaşamayanlar tarafından henüz çok keşfedilmemiş ve popülerleşmemiş bir mekan olması. İçerideki sessiz ve sakin ortamı bunu belli edecektir zaten.





Sarı ve beyaz temasının yoğunlukta olduğu bu mekanda kendinizi bir kafede değil de sanki kahve üretilen bir laboratuarda gibi hissediyorsunuz. Girdiğiniz an öncelikle yoğun derecede kavrulmuş kahve kokusu kaplıyor her yerinizi. Genç ve güleryüzlü garsonlar sizi karşıladıktan sonra önünüze öyle bir menü bırakıyor ki sonra seç seçebilirsen... Kahve gurmelerinin özellikle keyif alacagini 
düşündüğüm bu mekanda bir filtre kahvenin bile birçok çeşidi bulunuyor.




Hemen üst kata cıkarsanız, Breaking Bad temalı üniformalar giyip hatıra fotoğrafı çektirebiliyorsunuz. Gerçekten çok sempatik ve eğlenceli bir mekan olduğunu söyleyebilirim. Eğer kahvenin yanına atıştırmalık birseyler de ararsanız kek ve kurabiyeleri de bulunmaktadır. Brownie'lerini çok övdüler ama henüz deneme fırsatım olmadı.






Henüz kahvaltı etmediyseniz, Amerikan usulü kahvaltı tabaklarını önerebilirim. Benim denediğim "Scrambled eggs"(çırpılmış yumurta) ve yanında gelen sosis ve baharatlı patates kavurması sizi kesinlikle aç bırakmayacaktır. İsteyenler için yanına domuz bacon ekleme seçeneği de var. Eğer "Yok... Bu beni kesmez yok mu şöyle pancake gibi ballı şuruplu birşeyler?" derseniz; evet, Kadıköy'de pancake severler için Walter's Coffee Roastery sık sık uğranan bir mekandır.





Fiyatlara gelince, çok süper ucuzdu diyemem. Eğer sıkı bir bütçesi olan bir öğrenciyseniz burayı her gün tercih etmeyebilirsiniz ama bence ödediğinizin karşılığını kaliteli bir hizmet ve orjinal bir lezzetle alıyorsunuz, içiniz rahat ayrılabiliyorsunuz. Yani bana göre kesinlikle denemeye değer olan ve Kadıköy'e geldiyseniz atlamamanız gereken bir mekan. Belli aralıklarla, canınız bir pancake çektiğinde veya sabah iyice açılmak istediğinizde koşup Walters'a bir uğrayıp kahve kokusunu iyice içinize soluyarak güne başlayabilirsiniz :)







Görseller:
(Fotoğrafların telif hakkı bana ait değildir. Buraya gittiğimde dalgınlığım ve heyecanımdan etrafı izlemekle meşgul olup, yiyecek ve içeceklere sabırsızlıkla dalıp fotoğraf çekmeyi bile unuttuğumdan benim olmayan görselleri kullanmak zorunda kaldim. Bir daha gittiğimde kendi çektiklerimi ekleyeceğim söz. Eğer size ait olan bir fotoğraf görürseniz dilerseniz kaynağını belirtebilir veya tamamen kaldirabilirim :) )

28 Temmuz 2015 Salı

Küçük Mutluluklar

Herkese Merhaba!

Yeni blog sayfamıza hoşgeldiniz. Hadi beraber günün stresini ve dertlerini kısa bir süre kenara bırakıp birazcık sohbet edelim. Burası bizim gizli buluşma yerimiz olsun :)

Öncelikle size kısaca kendimi tanıtayım. Ankara'da Edebiyat okuyan bir üniversite öğrencisiyim. Hayatta en çok sevdiğim şeyler arasında kitap okumak, film izlemek, kısa kısa senaryolar yazmak, yeni diller öğrenmek, tarih öğrenmek, seyahat etmek, yemek yapmak ve yemek yemek vardır. Ha bir de şişman kediler. Gezmeyi, yürüyüşler yapmayı, İstanbul'da sokak sokak keşiflere çıkmayı çok severim. Saatlerce durmadan yürüyebilirim elimde bir fotoğraf makinasıyla. Bazı günler ise bütün gün evde pijamalarımla, saç baş dağınık bir sekilde, ıvır zıvır yiyeceklerimi toplayıp, bir kanepeye yayılıp, o kanepeyle bütünleşip saatlerce film izlemekten, kitap okumaktan veya amaçsızca kedi videolarına dalmaktan da ayrı bir keyif alırım (Hiç bana öyle bakmayın bunu siz de yapıyorsunuz biliyorum)

Hayallerimin arasında olan şeylerden biri ise bir gün öğretmen veya akademisyen olmaktır. Sevdiğim bir alana yönelip bu alanda uzmanlaştıktan sonra, öğrendiğim bilgileri başkalarıyla paylaşmanın bana mutluluk vereceğini biliyorum. Yazmayı çok seven biri olarak; zevk alarak öğrendiğim ve araştırdığım konular hakkında makaleler yayınlayabilmek, hatta bir gün kitap bile yazmak en büyük hayallerimdendir. Bunun dışında fırsatım olduğunda gidebildiğim kadar farklı yerlere gidip görmek, tanıyabildiğim kadar farklı kültürler tanımak ve bunları başkalarıyla paylaşmak isterim. Pardon... "kısaca" demiştim değil mi? :)

Blogumuzun hedefi aslında çok basit. Bazen günlük yaşamın döngüsüne kapılıp gidebiliyoruz okul veya işlerimiz gereği. Bu yoğunluklarımızın arasında, etrafımızdaki güzellikleri ve küçük mutlulukları farketmekte zorluk çekebiliyoruz. Biz, iki meraklı kedi olarak, yaşadığımız dünyanın içinde ne kadar çok keşfedilmeyi bekleyen ayrı ayrı dünyaların olduğunu sizlere sadece hatırlatmak istiyoruz. En önemlisiyse, mutluluğu çok uzaklarda aramamamız gerektiğini, çünkü hayatımıza renk veren ve bize gerçekten "yaşadığımızı" hissettiren şeylerin aslında en küçük mutluluklardan oluştuğunu göstermek istiyoruz. 

Neymiş örneğin bu küçük şeyler? Gelin birlikte keşfedelim!